Mesleğimiz gereği zaman zaman lezzetin peşinden koşarken pek çok şehri ve ülkeyi de görme fırsatımız olur. Bu kez yolumuz Atina’ya düştü. 4 milyonluk nüfusuyla eski yunan medeniyetinin olduğu gibi şimdiki Yunanistan’ın da başkenti..
Atina gezisinin Avrupa yada Amerikalı turistlerden bir farkı var bizim için ; yaşam biçimlerimizin ne denli yakın olduğunu her an hissedebiliyorsunuz. Tanışacağınız insanların ailelerinde bir İzmir yada İstanbul geçmişi bulmak mümkün.
Yemekler bir kültürü tanımanın en etkili yollarından biri elbette ama ister istemez günlük hayatın gerçekleri de sizi takip etmekte.Örneğin şu dönemde yapacağınız bir Yunanistan ziyaretinde ekonomik krizin izlerini ve etkisini mutlaka hissedeceksiniz. Krizlerle yaşayan bir ülke vatandaşı olarak içimiz burkularak söylemeliyiz ki bu henüz daha sadece fırtına öncesi sessizliği… Komşumuzu daha da zorlu günler bekliyor gibi. Yaz ayları olması nedeniyle nisbeten daha az hissedilen krizin alım gücünün iyice daralacağı, olası işten çıkarmaların yaşanacağı ve boğucu dış ödemelerin başlayacağı önümüzdeki dönemde daha da derinleşeceğini tahmin etmek zor değil. Her üç işyerinden birinin kapanması bekleniyor desek ne demek istediğimiz açıkça anlaşılabilir.
Neyse bu ‘’tatsız’’ gerçekleri bir yana bırakıp biz işimize, yani ‘’tadlara’’ dönelim. Zira Yunanlı da öyle yapıyor..
Ekonomik sıkıntılar yaşamakta olan bu ülke yatıp kalkıp turizme ve onun vazgeçilmez parçası olan ‘’yeme-içme’’ sektörüne şükretmelidir. Çünkü en belli başlı girdi bu kalacakmış gibi görünüyor. Lezzetleriyle, dekorasyonlarıyla her şeyin en iyisini, en sade ve doğal haliyle sun- makta olan cafeler, restoranlar ve barlar tam bir şölen havasında şehri süslüyorlar.Bu şehrin hiç solmayacakmış gibi duran süsleri onlar ger- çekten de… Öğlen saatlerinden itibaren yerli-yabancı-Yunanlı yada turislerin doldurduğu cafelerde krizlere inat latteler-frappeler tüketiliyor. Yine krizleri umursamadan (yada onlardan habersiz) öğle saatlerinde büyük bir disiplinle ‘’siesta’’ya çekilen esnaf, gece yarılarına kadar ışıl ışıl dükkanlarını açık tutuyorlar.
Onlarca, yüzlerce mekan arasında bizim tercihimiz ‘’KUZİNA’’ oldu. Yunanlı şef Aris Tsanaklidis’in sahibi olduğu bu eşsiz mekanın Mykanos’da da bir şubesi var. Bizdeki ‘’Kuzine’’ ile olan anlam eşliğinden öte, şefin eşinin ailesi de İzmirli mübadil. Ne tesadüf değil mi?
Sevimli şefimiz son derece sade bir füzyon menü oluşturmuş. Bembeyaz kıyafetleriyle kah şarkılar söyleyip mutfakta çalışıyor ,kah müşterileri ile sohbet edip kahkahalar atıyor. Restoranın içinde bir kütüphane çatısında Akropol manzaralı enfes bir de bar var. Söğüş ahtopot, bahçe salatası, susamlı soyalı ve incirli tavuk, tatlı-ekşi soslu kuzu incik, enfes yaz tatlıları ve güler yüzlü servisi mekanın öne çıkan özellikleri oldu bizim için.
(Bu noktada şunu belirtmeden geçemeyiz, evet burada her şey çok lezzetli, sunuşlar çok güzel ama bütün bunlar bizim zeytinyağlı çeşitlerimizin, tencere ve fırın yemeklerimizin ve tatlılarımızın eline su dökemez.. )
İkinci hedefimiz olan ve medyatik şef Jamie Oliver’in meze mutfağına örnek göstererek çekimler yaptığı Plaka bölgesindeki ‘’Ouzo Kafeneon’’ adlı mekanı ise Ağustos ayında kapalı olduğu için göremeden ayrılmak zorunda kaldık. Bir başka sefere…